Türkiye’de son yıllarda, üniversite kontenjanlarında yaşanan belirgin düşüşler, eğitim politikalarını ve üniversite tercih dönemini doğrudan etkileyen bir mesele haline geldi. 2023 yılı itibarıyla üniversiteye girişte yapılan Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) öncesinde, birçok üniversite kontenjanlarını azalttığını açıklamış durumda. Öğrenci sayısının azalması, akademik kadrolar ve altyapı yatırımlarının da sorgulanmasına yol açıyor. Peki, bu düşüşün ardındaki nedenler neler? Eğitimde geleceğimiz açısından bu gelişmenin sonuçları neler olacak? Bu yazıda, üniversite kontenjanlarındaki düşüşün arka planına ve olası etkilerine derinlemesine bir bakış sunacağız.
Üniversite kontenjanlarındaki azalmayı tetikleyen ana faktörlerden biri, Türkiye’deki genç nüfusun eğitim hayatındaki değişimlerdir. 2020-2021 eğitim-öğretim döneminde, üniversiteye yerleşen öğrenci sayısında yaşanan düşüş, doğrudan kontenjanların azalmasına yol açtı. COVID-19 pandemisi sürecinde, birçok öğrenci eğitim sistemindeki belirsizlikler nedeniyle tercihlerinde değişiklikler yaptı. Online eğitim uygulamaları ve sınavların ertelenmesi, öğrencilerin akademik motivasyonunu azalttı. Ayrıca, bazı üniversitelerin kontenjanlarını düşürme kararı, belirli bölümlerde sınırlı öğrenci sayısının daha kaliteli bir eğitim vermek amacıyla tercih edilmesinden kaynaklandığı gibi görülüyor. Eğitim kalitesi üzerindeki bu etki, yükseköğrenim alanındaki rekabetin de bir sonucudur.
Üniversite kontenjanlarındaki düşüş, sadece öğrenciler için değil, eğitim sisteminin farklı bileşenleri için de birçok sonuç doğurabilir. Öğrenci sayısında yaşanan azalma, akademik kadroların ve üniversitelerin mali yapılarını etkileyecektir. Eğitim kurumları, düşük kontenjanlarla birlikte daha verimli kaynak kullanımı sağlamayı hedefleyeceklerdir. Ancak, bu durum bazı üniversitelerin kapanması veya birleştirilmesi gibi radikal önlemler alınmasına neden olabilir. Ayrıca, iş hayatında mezunların nitelikleri, üniversitelerin kalitesiyle de doğrudan ilişkilidir. Kontenjan düşüklüğü, ülke genelindeki istihdamı da olumsuz etkileyebilir, zira işverenler her zamanki gibi rekabetçi bir eğitim alanını beklemeye devam ediyor. Bu dönüşüm, gelecekteki gençlerin kariyer seçimlerini etkileyebilir ve toplumsal dinamiklerde değişimlere neden olabilir.
Sonuç olarak, yükseköğretim alanındaki bu gelişmeler, Türkiye’nin eğitim politikaları üzerine kapsamlı bir tartışma başlatmayı gerektiriyor. Gelecekte kaliteli eğitim için hangi adımların atılması gerektiği, hem üniversite yönetimleri hem de devlet kurumları tarafından dikkatlice değerlendirilmelidir. Öğrencilerin ve ailelerin eğitim kararlarını etkileyen bu dinamik süreç, tıpkı diğer sosyal ve ekonomik faktörler gibi tüm toplumu etkileyecek sonuçlar doğuracak. Kontenjanlardaki düşüş, aslında eğitim sisteminin genel kalitesini sorgulatan bir uyarıcı değilse de, eğitimin geleceği açısından kaçınılmaz olarak kaçınılmaz sonuçları olacaktır.